18 Eylül 2010 Cumartesi

FAVORİ

Derbilerin favorisi olmazmış. Kim diyor?
Ben demiyorum ama var diyenler.
Gazeteci-spor yorumcusu öyle diyenlerin bazıları.
Bence biraz kaytarıyorlar. Risk almak istemiyorlar. Bir kazanan belirtmenin aynı zamanda bir kaybeden tayin etmek olduğunu biliyorlar ve bundan rahatsızlar.
Yanılmaktan korkuyorlar. Korkuyorlar demeyelim de çekiniyorlar sanki. Yapacakları bir hatanın ileride aleyhlerine delil olarak kullanılabileceğini hesaplıyolar. Politikler.
Cümleleri yuvarlak, sonları 'ama'larla bitiyor. Ne şiş yansın, ne kebap'çı onlar. Hazır cümleleri var bu politik gazeteci-yazarların: Daha çok isteyen kazanır! Bu maçların motivasyonu farklı olur! gibi. Ama şahsen en favorim: Üç ihtimalli bir maç! önermesi. Ufkumu açtıkları, beni aydınlattıkları için minnettarım onlara.

Ben öyle demiyorum. Yani ben 'Derbilerin favorisi olmaz!' demiyorum. Ben aksini söylüyorum. 'Derbilerin favorisi olur!'diyorum.
Kaldıki bu, sadece futbola,derbilere özel, olağanüstü bir şey de değildir. Her spor müsabakasının favorisi olur. Her satranç, voleybol, basketbol, tenis, curling, su topu, güreş, uzun atlama, yüksek atlama, binicilik vs. müsabakasının favorisi olur. Zira her sporda daha formda, daha hazır, daha iyi biri veya birileri, bir takım olur. Ve bu hiç de sanıldığı ve korkulduğu kadar anormal bir durum değildir. Diğer yandan spor müspet bir bilim dalı olmadığından, bu favoriler de değişkenlik gösterir. Biz buna sporun 'Sana göresi-Bana göresi' teoremi diyoruz. Bu teorem sporun en mühim cazibe noktalarından biridir. İnsan mıknatısıdır!
Herhangi bir spor izleyicisi, bir taraftar olarak benim beklentim şudur: Herkes kendi favorisini, kendi tahminini seslendirir veya yazıya döker. Utanmadan. Çekinmeden.
Ardından herkes tezini çeşitli örnek, görüş, yaşanmış deneyim ve hatta belgelerle destekler.
Tüm bunlara karşı çıkanlar da aynı yöntemlerle neden karşı olduklarını ifade eder. Ve sistem böylece işler, gider.
Beraberlik seçeneğini işaretlemek de geçerlidir. Zira beraberlik de bir sonuçtur en nihayetinde.
Belki yazar-yorumcu kişinin bir müsabaka hakkında gerçekten bir tahmini, bir fikri yoktur. Bu durumda bilgisayarımız 'Bilmiyorum!'cevabını da kabul eder. Ve bu da hiç anormal değildir. Ayıp hiç değildir!
Önemli olan fikir beyan etmekten korkmamaktır. Risk alabilmektir.
Sonuçta en fazla ne olabilir ki? Kişi, gazeteci-yazar yanılır. Eeee?

Sonuç olarak 'Derbilerin favorisi olmaz!' önermesi en az 'Milli takımı tutuyorum ben!' beyanı kadar anlamsızdır.

17 Eylül 2010 Cuma

ZEMİN

Beşiktaş İnönü Stadı gerçekten şahane.
Manzarası, gördüğü,geçirdiği...Kazandığı, kaybettiği...
İnönü insanı heyecanlandırıyor. Daha evdeyken başlıyorsun heyecanlanmaya. Yolda daha da heyecanlanıyorsun. Varınca artık başka bir yerde olduğunu anlıyorsun. Orada olmak dışında her şeyi unutuyorsun.
Kostümlü bir balodur sanki futbol maçları. Yılın favori renkleri hiç değişmez. Tema aynıdır ama markalar farklı.
Umbro, Reebok, Adidas, Puma...
Lüks kafeler, restoranlar yok. Zaten tok gidiyorsun. Çok acıkırsan tükürük köftesi yiyiyorsun.
Guy Ritchie'nin çektiği bir futbol filmi Beşiktaş İnönü Stadı. Siyah-Beyaz!
Futbol Mabedi denir ya,tam da öyle bir yer İnönü. Gelenler futbola,takımlarına,oynayanlara tapıyorlar adeta.
En büyük stat değil belki. Tuvaletleri amonyak kokuyor hala. Ama atmosferi yoğun. Bıçakla kesilebilecek kadar hem de.
Koltukları rahatsız. Koltukları pis. Zaten kimse oturmuyor.
Tribünleri ısınmıyor ama kimse de üşümüyor. Kar yağıyor,insanlar çıplak.Kimse aldırmıyor.
İnönü eksik belki.
Kusurları var,evet.
Lakin fazla olduğu yönleri kapatıyor o eksikleri,kusurları. Örtüyor.
Birde bir zemin var İnönü'de son günlerde. Yeni bir zemin ama çoktan eskimiş gibi. Çim diyorlar fakat yeşil bile değil. Zaten çim gibi de kokmuyor.
Sarı gibi çokça. Beyaz diyen bile olabilir.
Delik deşik. Kötü niyetli. Tehlikeli hatta.
Şeref Stadı'na benziyor. Otel oldu Şeref Stad'ı. O da Boğaz manzaralı.
Top oynanamıyor o zeminde. Oynamaya çalışanlar, oynamak için toplananlar şaşkın.
Top bile şaşırıyor haline. Olmadık yerde zıplıyor, yönünü değiştiriyor. İtaat etmiyor en önemlisi!
Hesaplar karışıyor o zeminde. Yetenekler köreliyor. Oynanan, oynayanlar sıradanlaşıyor.
Kötüler kazanıyor. Çirkinler seviniyor.
Büyü bozuluyor, perde kalkıyor.
İnönü, herhangi bir yer oluyor!
Herhangi bir yer olmak İnönü'ye, Beşiktaş'a hiç yakışmıyor!

25 Nisan 2010 Pazar

ANA-AVRAT

Suçu hep başkasına atmak.
Hep bir mağdur hali içinde olmak.
Hep bir yakarış, hep bir öfke.

Bunun psikoloJide bir karşılığı var.
VİKTİMİZASYON!
Kendini KURBAN ilan etmek!

Spordaki, taraftarlıktaki karşılığını dün akşam BJK İnönü Stadyumu'nda gördük.
Dünyanın en güzel manzaralı stadyumunda, çok çirkin bir manzaraya şahit olduk.
Görsel bir eziyetten ziyade, işitsel bir rezalet demek daha doğru olur.
İnsan olanın çok utanacağı bir akşamdı.
Ben de insanım, çok utandım.
Yalnız olmadığıma da eminim.
Umudum bundan.

Dünyaca ünlü olduğunu konuştuğumuz, desibel şampiyonu, adını kimi zaman AYASOFYA, SULTANAHMET CAMİİ, PERİBACALARI, PAMUKKALE TRAVERTENLERİ, EFES HARABELERİ yanına yazdığımız, ulusal ve uluslararası gururumuz, BJK ÇARŞI TARAFATAR GRUBU!
Dün akşamki işitsel işkencenin, ayıbın altındaki imza buydu.
BJK ÇARŞI TARAFTAR GRUBU!
Marka ismi bu.
Peki marka değeri ne?
Dün akşam BJK İNÖNÜ SSTADI'NDA 90 dakikalık bir futbol müsabakasının yaklaşık 70 dakikası KÜFÜR vardı.
TFF, TFF BAŞKANI, ERMAN TOROĞLU, FB SPOR KULÜBÜ ve FB SPOR KULÜBÜ BAŞKANI AZİZ YILDIRIM.
Küfürlerin odak noktası bunlardı, onlardı.
Küfürler bu isimleri, bu kurumları adres gösterdi.
Ben bu ağzı bozuk koronun yaptığını bir türlü anlamlandıramıyorum, sindiremiyorum, kabul edemiyorum ve asla sevemiyorum.
Hiç de yakıştıramıyorum. Zamanında KÜRESEL ISINMAYA, SATANİZME karşı çıkanlar, ANA AVRAT küfürler ettiler dün akşam. Küfür etmeyenleri de dışladılar, suçladılar.
1.1 saat boyunca!
Yorulmadan, utanmadan, düşünmeden.
Bir gün önce 23 NİSAN'dı üstelik.
Ne önemi var ki? 23 Nisan bir gündü, geçti. Unutuldu hemen çocuklar, 23 Nisan teması.
O çocukların bir çoğu kucaklardaydı babaları, amcaları, abileri, dayıları küfür ederken.
Belki anneleri de oradaydı.
Küfürler yağdırdıkları, taciz ettikleri kurumların, insanların yaptığı pek çok şeyi ben de onaylamıyorum. Pek çok konuda yanlış yaptıklarını ben de düşünüyorum.
Ne tuhaftır ki, tepkimi bağıra bağıra küfür ederek vermeyi aklımdan bile geçirmiyorum.
Herhalde ben de bir eksiklik var, erkekliğimde.

Benim merak ettiğim, şuursuzca küfür eden bir taraftar topluluğunun, bir spor müsabakasının kazanılmasında, ne gibi bir faydası olabilir?
Bunun bir şeyi çok sevmekle, taraftarlıkla, sporla ne gibi bir ilgisi olabilir?
ATATÜRKÇÜLÜKLE, MÜSLÜMANLIKLA?
Ne faydası var ne de ilgisi. Zaten konu da bu.
Müthiş bir mantıksızlık var bunların yerine, müthiş bir bencillik.
Körlük, gaddarlık.
Ve çokça ALKOL!
Ben stadyuma girerken ALKOL TESTİ yapılması gerektiğini savunuyorum.
Araç kullanması yasak olan insanların, bir spor müsabakasını izlemeye de hakları olmamalı.

Onlara sorsak, DELİKANLILIK bu yaptıkları. BEŞİKTAŞLILIK DURUŞU onlara bunu yaptıran, Yani dakikalarca ANA-AVRAT küfür ettiren.
Anaları-avratları-kızkardeşleri-kızları izlerken hem de.
Protesto haklarını kullandılar. Sabırları taşmıştı artık!
Bu yapılanların adı protesto olamaz. Bu bir hak olamaz. Sabır bu kadar taşamaz.

Bu tezin, karşı tezi 'Ama her yerde oluyor bunlar' olacak eminim.
Ben de onu diyorum, olmasın diyorum.
HEPİNİZE İYİ PAZARLAR diliyorum!

23 Nisan 2010 Cuma

BEŞİKTAŞ'LILIK HAREKETİ!

Görüyoruz ki BJK yönetimi TS ve FB maçlarında BJK aleyhine yapılan hakem hatalarına çok içerlemiş.
Çok içerlediklerini yaptıkları olağanüstü demokratik, medeni, aklı başında ve düzeyli basın açıklamalarında belli ettiler.
Ağızlarına sağlık!
Birçok kurumu, birçok insanı ve bir sürü olayı ŞİDDETLE kınadılar.
Yine de BOZULDUKLARI belliydi.
Nasıl bozulmasınlar?
Hepsi koca koca adamlar. Hepsi hepimizden daha BEŞİKTAŞLI.
Pahalı takım elbiseleri, şal deseni kravatları var.
ŞEREF tribününde otururken taktıkları bir örnek kaşkolları var.
Birçoğu DOLAR MİLYONERİ.
Hepsi iş-güç-kariyer-statü ve daha da önemlisi İKTİDAR sahibi.
Gecelerini günlerini sağlıklarını feda ediyorlar BJK için.
Eşlerinden BJK uğruna boşananlar var.
BJK sayesinde evlenenler de.
Dile kolay harcarken, hatta çar-çur ederken kimseye hesap vermedikleri çoook milyon yuroluk bir bütçe yönetiyorlar(BJK bütçesi)
Sıkılınca istifayı basıyolar.
Hepsi havalı. Konuşurken mangalda kimse kül bırakmıyor.
BEŞİKTAŞLILIK DURUŞUNDAN herhalde!
Bu duruşun tam bir tarifi var mı?
Ayrıca niye DURUYORUZ? Bize gereken HAREKET değil mi?
Bu BJK yönetimi pek çok uygulaması ve kararlarıyla zaten tarihe geçti.
Fakat son yaptıkları tarihteki yerlerini pekiştirdi.
Tarih bu yönetimi yazacak! Pek de iyi yazmayacak herhalde.
Sezon BJK için sessiz sedasız tarihe gömülmek üzereyken, yönetim çıktı ortaya ve buna izin vermedi:
BJK yönetimi FB maçında BJK'NİN hükmen galip sayılması gerektiğini, o olmazsa maçın tekrar edilmesi gerektiğini ifade etti.
Gerekçe hakem ve kural hatalarıydı.
Ben bir ara toplantı esnasında, hep beraber ağlamalarından korktum.
Şaşırmazdım.
Ben çikolatalı dişmacunu gördüm. Kolay kolay şaşırmam artık.
Anlayamadığım, bu konu yönetimde konuşulurken bir kişi çıkıp:
'Yahu arkadaşlar, acaba bunun yapmasak mı? GÜLÜNÇ duruma düşebiliriz. Maçı kaybettik. Buna alışmaya çalışsak? Sindirsek bunu. Zira biz de hakem hatalarıyla çok maç kazanmadık mı? Kabul, şampiyonluğu ve hatta Şampiyonlar Ligi şansımızı da kaybettik. Matematiksel zırvaları bırakalım. Aynaya bakalım. Çuvaldızı kendimize batıralım. Sezon başına dönelim. Yaptıklarımızı-yapmadıklarımızı tartalım. Vizyonumuzu tartışalım. Tabi eğer vizyonumuz varsa. Gelecekle ilgili planlar yapalım, projeler geliştirelim. Gerçeklerle yüzleşelim. Transfer politikamızı konuşalım. Konuşmaya da, gerçekten transfer politikamız olup olmadığını konuşarak başlayalım. Yani hedef saptırmayalım çünkü kaybetmeyi öğrenemezsek, kazanamayız!'demedi mi?
Belli ki dememiş.
Çok daha mühim meseleler var kısaca.
Yok mu?
Beşiktaş başkanı, Beşiktaş İnönü Stadı'na gelmiyor mesela.
Gelemiyor belki de.
Mesela bu daha mı az önemli?
Bu ne zaman konuşulacak?
Uzun uzun. Açık açık.
BJK yönetimini yaptığı bu son BOMBA bana çok düşündürücü, amatör ve gülünç geldi.
Sevmedim bu son olanları. Yakışmadı BJK'YA.
Yönetim bir yandan TFF'NİN ve MERKEZ HAKEM KURULU'NUN içinde bulunduğu gaflete kızmış ve üzülmüş olabilir ama bir yandan da bu durumdan olumlu bir çıkarım yapmış da olabilirler:
Kaçan şampiyonluk, boşa giden milyon yurolar için SUÇLULARI buldular!
Bravo, kutluyorum. Bu yıl da YIRTTILAR!
Keşke biraz daha bekleselerdi de işin içine, İZLANDA'DA patlayan yanardağı da katsalardı.
TÜH!
BJK yönetiminden açıklama: 'Kül bulutu şampiyonluğumuzu engelledi. TEKTONİK HAREKETLERİ ve İZLANDA'YI ŞİDDETLE KINIYORUZ!
Beni üzen bir başka gelişme de BJK yönetimine uyan veya uydurulan ÇARŞI taraftar gurubuydu.
Gerçekten bir gruptu. 200 kişilik, minik bir grup.
O gruptakilerin, o büyük Beşiktaşlılar'ın yaş ortalaması zaten pek çok şeyi anlatıyordu.
Siyah çelenk, yürüyüş, basın açıklaması, açılan pankartlar...
Yürüyüş mesai saatlerinde gerçekleşmedi mi?
200.000 kişi yürüseydi, BÜYÜK OLAY olurdu.
200 kişi yürüyünce GÜLÜNÇ oldu.
8.000.000 da 200 iyi durmadı.

Uzatmayayım, toplayayım:
Koca bir yıl böyle HEBA oldu!

18 Mart 2010 Perşembe

KOMA

Ben orda değildim. Tam olarak ne olup bittiğini bilmiyorum. Tek bildiğim, gördüklerimden ibaret. Gördüklerim şunlar:Galatasaray'ın kapalı tribününün önündeki uzantının üzerinde bir erkek. Bir İNSAN! Bu insanın üzerinde siyah-beyaz bir eşofman üstü. Üzerinde siyah-beyaz eşofman üstü olan insan1'in elleri kolları açık, hareket halinde. Belki bir şeyler de söylüyor. Hatta bağırıyor da olabilir! Tek başına! Ne söylediğini, ne bağırdığını duymuyoruz. Tek başına olduğunu görüyoruz ama. bir süre sonra görüntüye bir başka insan giriyor. Uzaktan insana benziyor en azından:İnsan2. İnsan2 bir anda insan1'e vurmaya başlıyor. İnsan2 çok büyük DELKİKANLI(!). İnsan2, insan1'i baya baya dövüyor. Müdahale eden yok. Bir çok insan bunun bir 'Maç sonu gösterisi' olduğunu bile düşünmüş olabilir. Zira gerçek olamayacak kadar dehşet verici. Dayak yiyen insan1, daha fazla dayak yememek için, hayatta kalma iç güdüsüyle, 10 metreden aşağıya atlıyor. Bu düşüş esnasında insan2'nin herhangi bir teması yok insan1'e. İtmemiş, evet. O zaman bu düşüş için yer çekimi de suçlanabilir. Zaten bir bu eksik kaldı!
Peki bir insan başka bir insanı bir futbol maçında neden durup dururken döver ve o insanın kendini 10 metreden aşağı atmasına sebep olur? Bir iddiaya göre insan1 Beşiktaşlıdır. Yediği dayağa ve onu KOMAYA sokan düşüşe sebep olan şey de budur. Çünkü insan1, avaz avaz 'Beşiktaş Cimbomun ..mına kor!' diye bağırmıştır. Buna şahit olanlar var. Orda olup bunu duyanlar var. Diğer taraftan insan1'in ailesi, çocuklarının Galatasaraylı olduğunu söylüyor, çocukları KOMADAYKEN! ÇOCUĞUN ÖLME İHTİMALİ VARKEN!
Diyelim ki insan1 gerçekten Galatasaray'a küfürler etti. Bunu da Galatasaray Kapalı Tribününde yaptı. Binlerce Galatasaray'lının önünde. Bunun mantıklı bir şey olduğunu iddia etmek, mantıksız olur. Kabul. Hatta böyle bir şey yapan biri için 'deli' bile denebilir. Bekli kafası güzeldi. Peki bütün delileri, mantıksızları, kafası güzelleri KOMAYA mı sokmalıyız? Dayak mı atmalıyız onlara? Hangi suç genç bir insanın bir futbol maçında yaşadıkları yüzünden
KOMAYA sokulmasını haklı çıkarır? İnsan1 mantıksız olsun. Hatta deli diyelim ona. İnsan2 ne o zaman? Kendini Galatasaray'ın haklarını savunmaya adamış bir neferden mi söz ediyoruz? O BİR KAHRAMAN MI? Olanların kendi içinde bir garip ve hastalıklı bir adaleti mi var? Seviyor muyuz bu adaleti? Razı mıyız buna? Taraftarlığı insanlığa tercih mi edeceğiz? Bize ne oluyor diye sormayacak mıyız? Bunu her hangi bir takımla ilgili olmadığını kabul etmek, bu kadar mı zor?
Bu yazı ufak ufak Twitter'da başladı. Ben bir şeyler yazdım. Renk-stad ayırmadan yazdım yazdıklarımı. Tepkiler geldi yavaş yavaş. Katılanlar oldu. Hak verenler oldu. Mutlu oldum. Rahatladım.
Herkes hak vermedi elbette. Buna hazırdım ama hazır olmadığım bir şeyler oldu. 'Oh olsuncular!' diye tanımlayabileceğim bir grup insanla tanıştım. Sevmedim onları hiç. Tanıştığıma memnun olmadım. Bir çoğunun dişi olması daha da şaşırttı beni. Anne olacak onlar. Belki çoktan oldular!
'Yaşadığına sükretsin!' diyenler oldu.
'Galatasaray'a küfür edenin sonu bu olur' diyenler oldu.
'Geberseydi.Kendi kaşındı' diyenler oldu.
İnsanların bu kadar kötü olmaya hazır olmaları çok garip.
Üstelik hiç hümanist biri sayılmam ben. Gökkuşakları üzerinde yürümüyorum.
Yine de bu 'linç' merakını, bu 'yok etme' düşkünlüğünü de anlayamıyorum. İnsanlar hep haklı olmak istiyor. Haklı olmak için ruhunu şeytana satmaya hazır ne çok insan var? İçlerine beton dökülmüş sanki. Buz gibiler. Gaddarlar. Yaşananları bir mantığa bürümek için taklalar atıyorlar.'Ama o da küfür etti!' diye çocukça ve tuhaf mazeretler öne sürüyorlar hala. Eminim hepsi ATATÜRKE tapar. İçlerinde eminin 30 gün orucunu tutanlar var. Cumayı kaçırmazlar, kurbanda deve keserler. Diyarbakır'da olanlar da çok kızmışlardır! Eminim hepsini atkısı, forması LİSANSLIDIR!
En çok bu samimiyetsizliğe kızıyorum zaten!
Adnan Polata yaptığım bir çağrı sıktı canlarını en çok 'Oh olsun'cuların. Bunu tarihi bir fırsat olarak değerlendirebileceğini söyledim. Yazdıklarımı okumayacağını da biliyorum ayrıca. Bu süreci takip etmesini rica ettim. Suçlunun çok büyük bir ceza almasını sağlayabileceğini savundum. Bunun bir emsal teşkil etmesi açısından önemli olduğunu düşünüyorum çünkü. Böyle bir cezanın caydırıcılığına inanıyorum, en azından inanmak istiyorum. Böyle bir durumda tarihe geçeceğinden bahsettim. Fakat 'Oh olsun'cuları en çok telaşlandırıp kızdıran başka bir önerim oldu: Ben Adnan Polatın TFF'na gidip, Fenerbahçe maçının seyircisiz oynanması gerektiğini ve bu maçı seyircisiz oynamak istediklerini söyleyebileceğini yazdım. Bunun Adnan Polatı semboleştireceğini, büyük değil, çok büyük bir başkan yapacağını yazdım. Ne olduysa bundan sonra oldu. Büyük resmi göremeyenler delirdi. Ben GS düşmanı oldum. Onlar bana düşman oldu.
Galatasaray Fenerbahçe maçını seyircisiz oynasa ne olur? Maçı kaybedebilir.Kaybetse ne olur? Her seyircili maçı kazandı mı ki?
Kazansa ne olur peki?
Efsane olmaz mı?
'Keşke geberseydi!', 'Oh olsun!', 'Az bile ona!' diyenler komadaki çocuk, komadaki insan yerine kendi sevgilinizi, oğlunuzu, kocanızı, komşunuzu, en yakın arkadaşınızı koyun bir.
Biraz empati!
Soğuk mu hala içiniz? Değişmedi mi fikriniz?
Bir kişinin işlediği bir suçu elbette Galatasaray'a mal etmiyorum.
Telaşa gerek yok.
Taraftarlıkla taraf tutmak aynı şey değil diyorum ben.
Bu konuda hepimiz aynı tarfta olalım diyorum.
Bir farkındalık geliştirelim diyorum.
Ortak bir duygu geliştirelim diyorum.
Suçu, suçluyu beraber dışlayalım diyorum.

7 Mart 2010 Pazar

DOLUNAY

Diyarbakırspor-Bursaspor maçıydı. Yoksa Diyarbakır-Türkiye maçıydı mı demek lazım? Bir futbol maçı olması gerekiyordu. Olmadı. Sadece bir futbol maçı olarak kalamadı. İzin vermediler. İzin vermedik. Tarihi bir maçtı. Bu maçtan bir tane daha oynandı aylar önce. O maç da çığırından çıkmıştı. Sloganlar atılmıştı. Irkçılık yapılmıştı. IRKÇILIK! O maçta başladı aslında her şey. Ya da o maçta da devam etti. Diyarbakırsporun ,gaddarca, salakça, bir terör örgütüyle ilişkilendirilmesi, bu aptalca paranoya, yeni bir şey değil Türkiye için. Stadlarımız çok alışık bu aptal korolara. Hiç bir konuda anlaşamayan yüzlerce insanın, bu kadar saçma, hiç bir dayanağı olmayan bir konuda, bu kadar hızlı toplaşmasını, birlik olmasını, vahşi içgüdülerinin baskınlaşmasıyla açıklayabilirim ancak. 'Linç duygusu, öldürme tutkusu' bu diyebilirim bir de. Garip bir Dr.Jekyyl & Mr.Hyde durumundan bahsedebilirim. Dolunay etkisinden. kurt adam olmaktan. O maç da çığırından çıktı, O maçta çirkinleşti. İnsanlar çirkinleşti çünkü. Salyalar saçarak koltukları kırdılar(kırılmayan koltuklar varmış bu arada. Biraz daha pahalıymış onlar), küfürler ettiler, saldımak istediler ve hatta saldırdılar. Bu maçta da çocuklat vardı, ne olup bittiğini anlayamayan, korkan, ağlayan. Elbette herkes suç ortağı olmadı stadlardaki bu katil ruhlu adamlara. Bir kaç 'KENDİNİ BİLEN' vardı elbet. Onlar kırmadılar koltukları, salyaları akmadı onların, küfür etmediler, saldırmadılar kimseye. Onlarda anlayamayan gözlerle baktılar etraflarına, korktular. Çocuklar gibi! Ama yapamadılar bir şey, çünkü azınlıktı onlar. Çünkü sayıları azdı. Çünkü bu onların görevi değildi!Öncelikleri başkaydı. Hayatta kalmaktı akıllarındaki birinci şey. Bundan daha kabul edilebilir bir şey var mı? Kabul etmesi bu kadar kolay olmayan, bu kadar kolay hazmedilmeyen, toplumda fena halde GAZ yapan gerçek çok başka. Bir o kadar da tanıdık. Halının altında çok toz birikti. Olaylar yaşandı, yaşanıyor ama suçlullar cezalandırılmıyor. Bu cezalarla toplum vicdanı rahatlatılmıyor. Caydırılmıyor kimse. Her şey, yapanın yanına kar kalıyor. Zararı toplum odüyor. Ülkede adalet olduğu, bizi, iyi insanları koruyanlar olduğu duygusu, topluma çok görülüyor. Kimseye bir umut verilmiyor. O zaman da devreye, ORMAN KANULARI giriyor. Olanlar oluyor, olanlar olmaya devam ediyor. Aylar geçiyor, cumartesi geliyor!
Cumartesi günü bir hesap günüydü sanki. Bir dava görüldü, bir hesap kapatıldı.Garip bir rövanş maçıydı. Bir REVENGE! Konunun temelini biliyor herkes. Konunun sportif rekabetle ilgisi olmadığını biliyor herkes. Stadyumu bir hınç, bir öfke, bir nefret doldurmuştu cumartesi. Komşu şehirlerden insanlar gelmişti bölgelerinin sorunlarını analtmaya(!). 'TAŞIN' altına elini sokmaya! Bir KONGRE vardı sanki. Stadyum bir ARENA olmuştu. Kelle isteyenler vardı. Gerginlik bıçakla kesilecek kadar yoğundu. Maç günler önce başladı. Her şey maç günü zirve yaptı. Stad bir savaşa hazırlandı. Bu savaşın lojistiğini kim yapı? Taşları oraya kim koydu? O stad futbol maçı için uygun mu, yeterli mi? O stadta, bırakın onbinlerce seyirciyle futbol maçı yapılmasını, sakin bir 19 Mayıs Gösterisi yapmak doğru mu? Canlar emanette mi? Stadın fiziki koşulları, gelenleri daha da öfkelendirmiş olmasın sakın? Onları hırslandıran, zaten bu olmumsuz koşullara mecbur bırakılmış olmaları değil mi? Herkes, hepimiz soru soruyor, cevap vermesi gereken insanlar susuyor. Biz buna da alıştık. Susanlar en iyi yaptıkları şeyi yapmak için bozdular suskunluklarını: Olayları ŞİDDETLE kınadılar. Ve asla anlamayacaklar: Şiddet en son gereken şey! gerekenler VİZYON, EYLEM, ÇÖZÜM...
Milli Marş esnasında anlaşıldı konunun sporla hiç ilgisi olmadığı. Milli Marşın gayet açık bir şekilde, hep beraberce ıslıklanması, herkesi şaşırttı, hatta korkuttu. Kral çıplaktı! Mesaj başkaydı, başkalarınaydı. Mevzu günlük değildi. Onlarca yıllıktı. Stad DİYARBAKIR ATATÜRK stadıydı. Çok ironik değil mi? Uzaklardan bu konuyu anlamak mümkün değil. Diyarbakır'ı, o bölgeyi, doğuyu, güneydoğuyu görmeden fikir yürütmek, hırslanmak doğru değil. 'Efelenmek' yeterli değil. Sadece Bodrumu,Çeşmeyi bilenler, bunu bir düşünsünler. Orada zaman bile farklı akıyor. Çoğu zaman akmıyor bile. O bölge insanının söyleyeceği çok şey var. Dinlemek lazım. Dinlemeye başlamak lazım. Bunu zaten onlarca yıl önce yapmaya başlamamız lazımdı. Öfke bu kadar artmamışken, insanlar bu kadar yabancılaşmamışken, bu kadar terk edilmemişken. Bize gereken 'Ya sev ya terket!'cilik değil. Bize gereken empati. Çok yüksek dozda empati! Bu empatinin de, sadece batıdan beklenmediğini bilmemiz lazım.
Cumartesi, olacaklardan habersizdi. Sırasını pazar gününe savmaktı tek amacı. Tarihi bir gün olacağını bilemezdi ama oldu. Olanlar dehşet vericiydi. Haklı hiç bir yanı yoktu. Sınır aşıldı. O gün olan her şey, tarih oldu. Kayıtlara geçti. Bu konudaki kayıtların çoğu kara! Futbol, bu tarihi cumartesi içinde ufaldı gitti. Küçücük kaldı. Sahaya kayalar yağdı. 'Daha önce de oldu canım bunlar, ne var?' diyenlere cevap hazırdı : 'Onlar pet şişeydi bir kere, çakmaktı! Ya pet şişe atanların elinde, taş olsaydı? Cumartesi olanlar, biraz da buydu!

28 Şubat 2010 Pazar

ROBOT

Başarı alkışkanır. Başarısızlık yuhalanır. Başarılı insanlar sevilir. Başarısız insanlar sevilmez. Denklemi kurmak bu kadar basittir. Bütün bir hafta gayet ilkel, gayet vahşi duygularla bir futbol maçını bekleyen insanların sabır eşikleri düşüktür. Taraftarlık annelikten çok farklı bir duygudur. Taraftar, futbolcunun annesi değildir! Taraftarıdır! Elbette futbolcunun annesi olan taraftar vardır, fakat sayıları azdır. Karşılıksız sevmek, taraftarlık söz konusu olduğunda kocaman bir fantazidir. Bir ütopyadır. Taraftar son derece sabırsız, iştahlı ama her şeye rağmen sadıktır. Sadakat romantik bir duygu değildir. Sadık insan talepkar da olur. Tutunmak için bir şeyler ister. Başka türlüsü sadakat değil, aptallıktır! Traftarlık son derece faydacı, fırsatçı ve hatta hedonist bekelentiler yaratır. Bu beklentiler başarılarla beslenir. Taraftar acıyı sevmez. Sporun arabeski olmaz! Taraftarın yapabilecekleri sınırlıdır. Kombinesini alır. Parası azsa, haftadan haftaya bilet alır. Kale arkası! Lisanslı ürünler alır. Terlik alır, forma alır, kaşkol alır. Parası azsa lisanslı ürün almaz, alamaz. Ozaman da korsana gider. İlla bir şeyler alır ama. Taraftar işini yapar. Futbolcunun da yapmasını bekler. Parası olsa da, olmasa da çok sever taraftar tuttuğu takımı. Bunu kimse engelleyemez. Taraftarlık bedavadır. Futbolcu para alır. Futbolcu baya para alır. Maça gider, bağrır, ıslanır, yanar, cop yer. Haftaya yine maça gider. Çoğu insan neden sevdiğini bilmeden sever takımını. Mantık, şuur aranmaz taraftarlıkta. Tercih edilen bu değildir. Bu gerçektir ama!Tarftar mantıksızdır, şuursuzdur! İdeal taraftar böyle olmaz. Aklı başındalık aranan fakat çoğu zaman bulunamayan bir meziyettir. Ölçülü sevinen, ölçülü üzülen, tepkilerini abartmayan, kendini dizginleyen, empati kuran, kendine dürüst, rakibine daha dürüst, kendine saygılı, rakibine daha saygılı, efendi taraftarlara rastlamak zordur. Bu tip taraftarlara SÜPER TARAFTAR da denir! Gerçekler başkadır. Gerçekler serttir. Taraftar gerçektir! Taraftarlar her oyuncuyu tanır. Her şeylerini ezbere bilir. Oyuncular taraftarların kaç tanesini tanır peki? Oyuncuların ezbere bildikleri taraftar var mıdır? Sayısı çok mudur? Taraftar cahildir. Futbolcu entellektüel midir? Futbolculuk zor iştir. Tarafatrlık? Taraftarlık çileli iştir. Uzaktan seyrettiğin, seyrine hiç bir fiziksel etkide bulunamadığın bir şeyin esiri olursun. Kıvranırsın. Deli olursun ama katlanırsın. Taraftarlıkta garip bir kadercilik hali vardır. Kaderciliğin olduğu yerde isyan olması kadar doğal bir şey de yoktur. Taraftar kazanmak ister. Kazanan insanları izlemek ister. Kazanan bir şeyin parçası olmak ister. Hayatta çok kazanamaz çünkü. Patronu bağırır, ustası fırçalar, öğretmeni azarlar. Çok zor destek alan, çok zor destek gören, alkışsız yaşayan insanların, taraftarların, başarısız insanları, başarısız futbolcuları desteklemeleri mümkün değildir. Bu sadece bize ve sadece futbola özgü değildir. Dünyanın her yerinde, her spor dalında matematik aynıdır : Başarı alkışlanır, başarısızlık yuhalanır. Profesyonel sporculara verilen güzel paralar biraz da bunun için verilir. Kendilerini hazırlasınlar, kendilerini onarsınlar diye. Fubolcular ayrıcalık ister. Taraftarlar, bu ayrıcaklıkların kazanılmasını! Futbolcuların için hayat acımasızdır. Taraftar için lunapark mıdır hayat? Profesyonel sporcu olmak için, salt fiziksel gelişim yetmez. Ruhsal, mental, ahlaki, fiziksel gelişim hepsi aynı pakettedir. Profesyonel hayatta her şey büyüktür. Beklentiler, para, şöhret, lüx, sansasyon, sevgi, nefret her şey büyüktür. Bunu bilir herkes. Taraftar bilir, futbolcu bilir. Futbolcu insandır. Taraftar robot mudur?