28 Şubat 2010 Pazar

ROBOT

Başarı alkışkanır. Başarısızlık yuhalanır. Başarılı insanlar sevilir. Başarısız insanlar sevilmez. Denklemi kurmak bu kadar basittir. Bütün bir hafta gayet ilkel, gayet vahşi duygularla bir futbol maçını bekleyen insanların sabır eşikleri düşüktür. Taraftarlık annelikten çok farklı bir duygudur. Taraftar, futbolcunun annesi değildir! Taraftarıdır! Elbette futbolcunun annesi olan taraftar vardır, fakat sayıları azdır. Karşılıksız sevmek, taraftarlık söz konusu olduğunda kocaman bir fantazidir. Bir ütopyadır. Taraftar son derece sabırsız, iştahlı ama her şeye rağmen sadıktır. Sadakat romantik bir duygu değildir. Sadık insan talepkar da olur. Tutunmak için bir şeyler ister. Başka türlüsü sadakat değil, aptallıktır! Traftarlık son derece faydacı, fırsatçı ve hatta hedonist bekelentiler yaratır. Bu beklentiler başarılarla beslenir. Taraftar acıyı sevmez. Sporun arabeski olmaz! Taraftarın yapabilecekleri sınırlıdır. Kombinesini alır. Parası azsa, haftadan haftaya bilet alır. Kale arkası! Lisanslı ürünler alır. Terlik alır, forma alır, kaşkol alır. Parası azsa lisanslı ürün almaz, alamaz. Ozaman da korsana gider. İlla bir şeyler alır ama. Taraftar işini yapar. Futbolcunun da yapmasını bekler. Parası olsa da, olmasa da çok sever taraftar tuttuğu takımı. Bunu kimse engelleyemez. Taraftarlık bedavadır. Futbolcu para alır. Futbolcu baya para alır. Maça gider, bağrır, ıslanır, yanar, cop yer. Haftaya yine maça gider. Çoğu insan neden sevdiğini bilmeden sever takımını. Mantık, şuur aranmaz taraftarlıkta. Tercih edilen bu değildir. Bu gerçektir ama!Tarftar mantıksızdır, şuursuzdur! İdeal taraftar böyle olmaz. Aklı başındalık aranan fakat çoğu zaman bulunamayan bir meziyettir. Ölçülü sevinen, ölçülü üzülen, tepkilerini abartmayan, kendini dizginleyen, empati kuran, kendine dürüst, rakibine daha dürüst, kendine saygılı, rakibine daha saygılı, efendi taraftarlara rastlamak zordur. Bu tip taraftarlara SÜPER TARAFTAR da denir! Gerçekler başkadır. Gerçekler serttir. Taraftar gerçektir! Taraftarlar her oyuncuyu tanır. Her şeylerini ezbere bilir. Oyuncular taraftarların kaç tanesini tanır peki? Oyuncuların ezbere bildikleri taraftar var mıdır? Sayısı çok mudur? Taraftar cahildir. Futbolcu entellektüel midir? Futbolculuk zor iştir. Tarafatrlık? Taraftarlık çileli iştir. Uzaktan seyrettiğin, seyrine hiç bir fiziksel etkide bulunamadığın bir şeyin esiri olursun. Kıvranırsın. Deli olursun ama katlanırsın. Taraftarlıkta garip bir kadercilik hali vardır. Kaderciliğin olduğu yerde isyan olması kadar doğal bir şey de yoktur. Taraftar kazanmak ister. Kazanan insanları izlemek ister. Kazanan bir şeyin parçası olmak ister. Hayatta çok kazanamaz çünkü. Patronu bağırır, ustası fırçalar, öğretmeni azarlar. Çok zor destek alan, çok zor destek gören, alkışsız yaşayan insanların, taraftarların, başarısız insanları, başarısız futbolcuları desteklemeleri mümkün değildir. Bu sadece bize ve sadece futbola özgü değildir. Dünyanın her yerinde, her spor dalında matematik aynıdır : Başarı alkışlanır, başarısızlık yuhalanır. Profesyonel sporculara verilen güzel paralar biraz da bunun için verilir. Kendilerini hazırlasınlar, kendilerini onarsınlar diye. Fubolcular ayrıcalık ister. Taraftarlar, bu ayrıcaklıkların kazanılmasını! Futbolcuların için hayat acımasızdır. Taraftar için lunapark mıdır hayat? Profesyonel sporcu olmak için, salt fiziksel gelişim yetmez. Ruhsal, mental, ahlaki, fiziksel gelişim hepsi aynı pakettedir. Profesyonel hayatta her şey büyüktür. Beklentiler, para, şöhret, lüx, sansasyon, sevgi, nefret her şey büyüktür. Bunu bilir herkes. Taraftar bilir, futbolcu bilir. Futbolcu insandır. Taraftar robot mudur?

9 Şubat 2010 Salı

TOKAT MANYAĞI

Sayın(!)İbrahim YAZICI, Bursasporun büyük(?)başkanı, spor gurusu , aylar önce şu an ismini hatırlayamadığım, ki bundan ötürü üzgünüm ve utanıyorum, genç bir gazeteci kardeşi TOKATLAMIŞTI. Bir minibüs şöförü gibi! TOLATLAMIŞTI! Bir kabadayı bir mafya, babası gibi! Korumalarıyla kıstırmıştı avını. MEN İN BLACK! Neden peki? Belki de çocuk hak etmiştir canım tokadı! Hadise şuydu: Gazeteci işini yapmıştı. Haber yapmıştı. ÇOCUK gazeteciydi ve gazetecilerin çoğu, hala haber yapardı sadece. O da yaptı. Sadece bir haber yaptı. Bu mu? E bunda bir şey yok ki! Var mı yoksa? Peki ozaman İbrahim Başkan'a ne attırmış olabilirdi tokadı? Benim bir tezim var: Kuralsızlıktan, kendi krallığına, kendi adaletine olan güveninden, 'arkasının' sağlamlığından güç alarak yapmıştı bunu. Biraz da zengindi. Adalet bu kadar öznel bir hale gelirse alarm düğmesine basarım ben! Ben bu düğmeye bayadır basıyorum. Adalete olan inançsızlığı yüzyıllardır görüyorum. Orman kanunlarının işlediğini ezelden beri biliyorum. ORTA DOĞU ve BALKANLARIN en büyük ADALET SARAYLARI yükseliyor memleketin dört bir yanında ama adalet dağıtımının bu kadar İDDİALI olduğunu düşünmüyorum. İçinde adalet olmayan sarayı ne yapayım ben? Herkes kendi haklı olduğu adaletin peşinde. Herkes kendi doğrusunu karşı tarafa dikte ettiriyor. Aslında herkes DİKTATÖR, herkes FAŞİST! Kimisi az kimisi çok! Fark bu kadar sadece! Kimse olup bitenlerden azıcıkta olsa sorumlu olabileceğini düşünmüyor, herkes sağa sola bakıyor, herkes aynalardan kaçıyor, sırasını savıyor. Toplumda, ülkede fena halde bir 'BİRİLERİ BENİM İÇİN BİR ŞEYLER YAPSIN!' hali var. Herkes , herşeyi DEVLETTEN bekliyor! Heryerde, sokakta, okulda, siyasette, basında, sanatta, trafikte, sporda tuhaf bir KABADAYILIK hakim. Herkes BRANDO! Medeni olmaktan utanır haldeyiz. MAÇOLUK karakterimiz oldu LAN! Tehditler, hakaretler hayatımızın bir parçası. Hayatımız bir REALİTY SHOW! Toplumsal hafızamız sıfır noktasında. Katilleri, delileri televizyon kahramanları yapmayı düşünebiliyoruz. Daha kötüsü, onları televizyonda, yine BİZ izliyoruz! Herşeyi yiyoruz! Yüzümüzde garip bir gülümseme var. Sanki devamlı bir şeyler saklıyoruz. Yalnızlıktan donuyoruz! Soğuğun en katı hali, en acımasız biçimidir yalnızlık!
Olaylar olmuştu büyük başkan YAZICI, genç bir gazeteciyi 'tokat manyağı' yaptığında. Duayenler, yeni nesil gazeteciler birlik olmuş bu ÇİRKİN olayı KINAMIŞLARDI! Hem de ESEFLE! Esef Bey'i tanımıyorum! Yer yerinden oynamıştı. Umutlanmıştık biz FANİLER! Bu sefer olacak galiba, bu sefer adalet yerini bulacak galiba demiştik! Kötülerin cezalandırıldığı, iyilerin kazandığı FANTASTİK bir yer mi oluyordu acaba memleket? O gün bugün müydü? Sahipsizlik canavarı yeniliyor muydu? Herkes aynı mıydı? Zengin-fakir, güçlü-güçsüz yok muydu? Çok umutlanmıştık gerçekten. Tünelde bir ışık görmüştük sanki. Hak etmiştik de o ışığı be! Çok hak etmiştik! Yemin etmiştik! Adalete inanacaktık! Şımarmayacaktık! Yine olmadı! BU DA MI GOL DEĞİL BE? Bu da mı gol değil? Pek çoğumuz adaletle ilgili ilk derslerimizi umuma açık yerlerde aldık: Tuvalet ve minisbüslerde! Felsefe çok netti aslında : 'Nasıl bulmak istiyorsan, öyle bırak!' ya da 'Sana yapılmasını istemediğin şeyleri, başkasına yapma!'. Bize çok gördüler o ışığı! Bir parmak bal, hepsi okadar! Ne oldu peki? SONUÇ VAR MI? Bir SON mu var sadece? Mutsuz bir son! DOSYA ne oldu? Pelikan dosyası! Biz küçükken 'doktorculuk' oynardık. Basın kocaman oldu, hala BASINCILIK oynuyor çoğu zaman! İyi de oynuyor, yediriyor! 'Uzatmıyor' hiç bir şeyi. UZATMASI lazım halbuki. Pelerini ile gelip, kadını kötü adamın elinden kurtarması lazım! Yapmıyor. Yapamıyor mu ki? Geçip gidiyor. Takip etmiyor, sorgulamıyor, yaptırım gücünü pek kullanmıyor. Basın bu gücü kullanamayacaksa, ben SANSÜRDEN yanayım. Bende susarım herkes susarsa! Oysa ne büyük bir gücü var medyanın. Devdir MEDYA! Ama uyuyor! Çoğu zaman MAHALLENİN DELİSİ oluyor!

1 Şubat 2010 Pazartesi

KEREM GÖNLÜM ve JOHN GRISHAM

Kerem Gönlüm serhoştuuur, yıldızların altındaaaa..... Şeklinde müzikal ve sevimli bir giriş yapayım dedim bu süper tatsız konuya. Kerem Gönlüm'ü tanıyorum ama en iyi arkadaşım değildir. Telefonunu bilmem. Beraber hiç sinemaya gitmedik, halı saha maçı yapmadık. Elbette bir algım var Kerem'le ilgili. Kariyeri, şahsiyeti bir çağrışım yapıyor bende. 'Efendi' bulurum ben Mr.Gönlüm'ü. Sporcu ahlakından şüphe etmek istemem. Örnek alırdım çocuk olsaydım belki de. Fakat bu son 'narkotik' bazlı tatsız olayda adının geçmesi, testlerin 'pozitif' çıkması bir talihsizlikle, masum bir hatayla açıklanabilir mi bilemiyorum. Maddenin her iki sporcuda da çıkması hadiseye biraz daha kuşkulu yaklaşmama sebep oluyor. Diğer yandan AZİZ YILDIRIM'ın herhangi bir konuda haklı çıkmasını da istemem :)Olayın bir JOHN GRISHAM romanı tadı vermesi, burnuma kabak kokusu gelmesi de geriyor beni. Bir tarafta Mr.Gönlüm'ün, EFES PİLSEN gibi lokomotif bir kulübün ifadeleri, diğer yanda bilimsel veriler! Tartıda hangisinin ağır basması gerektiği, sanıyorum çok da tartışılabilecek bir şey değil. Günümüzde profesyonel atletlerin dopinge meyilli olmaları az rastladığımız bir durum de değil üstelik. Öyleki artık dünya spor kamuoyu, doping yapılmasından ziyade, dopingi saklayan, örtbas eden maddelerin tespitini tartışıyor. Doping, sporu fena halde domine eden bir sektöre dönüştü. Ustaları var bu işlerin! Ne kadar iyi saklarsan dopingini, o kadar iyi sporcusun gibi bir algı var nerdeyse! Milyar dolarlar konuşuluyor. Dopinge şaşırmak yerine, dopinge alışmak var artık! Açıkçası ben her şeye rağmen KEREM'e konduramıyorum bunu. Gerek duyacağını sanmıyorum ama romantizmi de bir tarafa koymak gerek diye düşünüyorum. Uzman değilim. Umarım KEREM de, Türk Basketbolu da bu işten en az hasarla çıkar. Dersler alınır, cezalar çekilir, bir yanlış varsa dönülür. Dilerim yaralar sarılır, KEREM geri döner!